34 yıl sürdürdüğü kamu denetçiliğinden ayrılıp kendini okuyup yazma işlerine adayan insan sevdalısı Fatih Türkoğlu’nun öyküsü çok kişinin emeklilik hayalini süsleyen türden.

Onu dün Maltepe’de Berdelacuz isimli bir sahafta yine kitaplar arasında bulunca hikâyesini kaleme almak kaçınılmaz oldu.

Kimi zaman yeni mesleğinin inceliklerini, kimi zaman işindeki heyecan ve yazma tutkusunun serüvenini dinlemek bir hayli ilgi çekici idi.

Özellikle yazarımızın konuşma dilinde, yüzünde ve vücut dilinde mutluluğun gerçek yüzü gerçekten göz kamaştırıcı olunca çoğu kez sorularımızla konudan konuya geçtik.

“Bu benim hayatımın ikinci ve son dönemi bu zamanımın kıymetini iyi bilmek zorundayım. Çünkü artık iyi biliyorum ki kum saatinin tanecikleri hızla eriyor ve hiçbir şekilde telafisi olmayan süreçteyim.”

İkinci hayatının kıymetini iyi bilen yazarımız okuma ve yazabildiği eserleriyle yaşamaya hep devam edeceğine inanıyor. Devlet bütçesinden aldığı maaş ile nasıl kamu hizmetini yıllarca sürdürdü ise şimdi de bilhassa yazarlığıyla kamu hizmetine devam ettiğinin bilincinde. Her biri tuğla kalınlığında sekiz kitabı masada yan yana görünce yazarlıkta “usta” olmuşsunuz diyecek oldum. “Bunun takdiri sadece okurundur.” Cevabı yine kendine güvenin işareti idi.

Devletin denetçiliğinden ayrılma sebebiniz okuyup yazma sevdası olamaz. Bu konuyu biraz bize açar mısınız?

Son görevimde Sayıştay’da denetçi idim. Yani devlet bana kamu hesaplarını millet adına denetleme görevi vermişti. Yıllar asil görevimde tam da arzu ettiğim gibi geçti. Fakat gün geldi severek çalıştığım mesleğimde ilk yıllarımdaki kadar kendimi verimli göremedim. Bu sefer kendimle hesaplaşmam başladı. Sonunda da kendi isteğimle mührümü devletime geri verdim. Çünkü ben bir bekçi isem göremediğim yanlış işlerde sorumluluğum çok olacaktı. O nedenle 2016 Şubat ayında devletimden müsaade istedim.

Bu okuyup yazma işleri nereden aklınıza geldi ve çalışmalarınıza sırasıyla yer verir misiniz?

Önce çocuklarım aklıma geldi: babaları evden kravat takıp çıkıyor, bir kurumda çalışır görünüyor, bazen il dışına seyahatlere de gidiyor fakat hangi olaylar karşısında nasıl duruyor, yani devlette ne işe yarıyor? Sorularının cevabını geride kalacaklara yazılı bırakmak için “AÇMA TEFTİŞ ANILARI” isimli mesleki anı kitabımı çıkardım. Bu aynı zamanda genç, idealist müfettişler için bir rehber olacaktı.

Sonra eşimin destek, gayret ve sürekli ilgileri sayesinde peş peşe iki aşk romanı kaleme aldım. Fakat bunlar benim yazarlıkta gerçek hedefim değildi. Çünkü yazmaktan maksat anlatmak olmalıydı.

Bu uğurda büyük fırsat elime şöyle geçti: Dünya Şampiyonu, Türk Güreşinin Efsanesi Hamit Kaplan’ın oğlunun evinde kira ile oturuyordum. Oğlundan öğrendiklerim ve Millî Kütüphane’nin taş duvar mahzenlerinde aylarımı verip zamanın yazılı kaynaklarından kahramanımın hikâyesini geliştirdim. Sonuçta Hamit Kaplan’ın biyografik romanı ortaya çıktı.

Sonra Türk güreşinin bir başka efsanesi Yaşar Doğu’nun hayatını kaleme aldım.

Tabii güreş deyince güreş seven Büyük Lider Atatürk’ün güreşle ilgilerini “Atatürk ve Ata Sporu” ismiyle hazırladım.

İnsan Severse ve Tüm Öykülerim isimli çalışmalarım ise tamamen sokaktan insan hikâyeleriyle doludur. Severek çalıştığım en önemli kitabım budur. Burada acı çekenlerin anlattıkları okurlara birer ibrettir. Oscar Wilde’nin bir sözü vardır:  “Sabaha karşı ve akşam vakti zevk almak ya da acı duymak için okuyabileceğin bir yazıt istiyorsan, güneşin altın gibi parlatıp ayın gümüşe dönüştüreceği harflerle şunu yaz evinin duvarına: Başkasının başına gelen her şey, kendi başına da gelebilir…” O yüzden yaşanmış etkili insan hikâyeleri bana hayatın gerçek manasını öğretti. Acı çeken insanların sözleri âlim derecesinde kalpten vurucu idi.

Okurlar kitaplarınıza nasıl erişebilecekler? Bunun kolay yolunu söyler misiniz?

Kitap hazırlamak meşakkatli fakat daha meşakkatlisi kitabın matbaa kısmıdır. O yüzden bütün çalışmalarımı Google, Google Kitaplar’a yerleştirdim. Orada her bir kitabımın yaklaşık üçte biri ücretsiz okunabiliyor. Okur şayet kitabın devamını da okumak ister ise yedi ya da sekiz lira ödeyerek tamamını okuma imkânına erişebiliyor. Böylelikle ben de kitabı bastırma, taşıma, dağıtım ve ücretlendirme işiyle ilgilenmemiş oluyorum. Yani sadece sekiz lira, bir gazete fiyatına yedi yüz sahifelik kitaplarım okunabiliyor. Yani bu da insanıma hizmete devam düşüncemin bir ürünüdür.

Kitaplarınızla sahafta karşılaşmak, buluşmak size nasıl bir duygu veriyor?

Sahaflar kitapların yüce müzesidir. Kitaplar için burası ulaşılabilecek uç bir zirvedir. Biliniz ki bütün sahaflara saygı duyuyorum. Çünkü onlar bizim emeklerimizi yıllara taşıyorlar.

Yeni bir projeniz var mı? Olmalı çünkü aktif bir insansınız. Çalışan, üreten bir yazarsınız. Şimdi kafanızda bir proje var mı? Bir başka spor dalı olabilir, ya da tekrar romana bir dönüş olabilir. Var mı böyle bir şey?

Yeni bir proje hep olmalı. “Yazmak yaşamaktır.” der Oktay Akbal isimli büyük yazarımız. Biz de yazarak, yaşamaya, yaşatmaya devam diyoruz. Bu yüzden sokak insanlarının hayat hikâyelerine devam edeceğim.

Bizlere ve dolayısıyla bu röportajımızı takip edenlere sizin demek istediğiniz başka bir sözünüz var mı?

Atatürk Devri Türk Edebiyatı kitabında Nurullah Ataç’ın “Kitaba Hürmet” başlıklı yazısı zihnimde sürekli yankılanır: “Okuyun, ne bulursanız okuyun; hiç olmazsa bir kere açın. Çok mu fena buldunuz? Bırakması zor değil ya… Bazılarınızın para verip kitap alıyoruz, aldanmak istemeyiz, alacağımız kitaplar değerli olmalı dediğinizi duyar gibiyim. Kitaba yirmi lira verdiğinizi düşünelim. Beğendiğiniz bir romanın şahıslarıyla tanışmak kaç lira eder? Birtakım resimler gördünüz, yazılar okudunuz, belki bir şey öğrendiniz, belki de düşüncelerinize uymayan söz ya da düşüncelerle karşılaşıp sinirlendiniz. Bütün bunlar verdiğiniz paraya değmez mi? Siz verdiğiniz parayla bir kitabın asla hakiki değerini vermiş olmuyorsunuz. Zaten hiçbir kitabın, yazının para ile ölçülecek bir değeri yoktur. Verdiğiniz para bir iştirak bedelidir. O kitabın yazılmasını, çıkmasını mümkün kılmak isteyenlerin arasına karışıyorsunuz. İyi kitap yazılması için fenalarının da bulunması gerekir. Bilin ki güzel yazı âdeta bir mucizedir fakat bu mucizeyi okuyucu hazırlar. Ömrümde kaç kitap okuduğumu bilmiyorum fakat bunlardan onlarcası içimde yaşamaya devam eder. Aldığı on kitaptan yalnız bir tanesi iyi olan insan bahtiyar sayılır. Kitap alın, okuyun, beğenirseniz devam edersiniz fakat bilin ki iyiler fenaların, fenalar iyilerin sayesinde yazılır ve yayımlanır.”

Bizlere ilgi gösterdiniz ve düşüncelerimize değer verip yayın hayatınızda yer verdiniz. Sizlere de teşekkür ve başarı dileklerimi, okurlarımıza da içten saygılarımı sunuyorum. (kaynak:haymanagazetesi.org)

CEVAP VER