Ankara Barosu Başkan Yardımcısı Kemal Binici, “Ankara Barosu insan hakları alanındaki her ihlalin takipçisi olmayı, her mağduriyetin karşısında hukukun gücünü büyütmeyi, her yurttaşın adalete erişim mücadelesinde yanında yer almayı kararlılıkla sürdürecektir.” dedi.

Ankara Barosu, 10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü için Yüksel Caddesi’nde bir basın açıklaması yaptı.

Ankara Barosu Başkan Yardımcısı Kemal Binici tarafından okunan açıklamada;

“Bugün, insanlık tarihinin en büyük ortak kazanımlarından biri olan insan haklarını anmak, bu hakların taşıdığı anlamı yeniden düşünmek ve geleceğe dönük sorumluluğumuzu yüksek sesle ifade etmek üzere bir aradayız. 10 Aralık 1948 tarihinde Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda kabul edilen İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, insan onurunun evrensel ölçekte tanınmasının yazılı ifadesi olarak tarihe geçmiştir.

Magna Carta ile kralın yetkisinin hukukla sınırlandığı dönemden, Fransız Devrimi ile yurttaşlığın kurumsallaştığı sürece, köleliğin kaldırılmasından işçi sınıfının sosyal haklarını elde etmesine, kadınların kamusal yaşama katılım mücadelesinden 20’nci yüzyılın insan hakları sözleşmelerine uzanan tüm tarihsel adımlar, insan onurunun adım adım yükselişini temsil eder. Ancak insan hakları mücadelesi hiçbir zaman tamamlanmış bir süreç olarak değerlendirilemez.

Bugün, insan hakları ihlallerinin en ağır, en yakıcı ve en vahşi biçimlerinden biri Filistin topraklarında yaşanmaktadır. Gazze’de süren saldırılar, doğrudan sivilleri hedef alan, kadınları ve çocukları savaşın merkezine yerleştiren, yaşam alanlarına doğrudan saldıran, sistematik bir yok etme pratiği olarak insanlık tarihine geçmektedir. Gazze bugün, çağımızın en büyük insanlık suçlarından birine tanıklık etmektedir.

Ülkemizde de insan hakları alanı uzun süredir ağır sınamalarla karşı karşıya kalmaktadır. Tutuklama, ceza muhakemesinde bir istisna olarak tanımlanır. Ancak uygulamada bu istisna, fiilen bir cezalandırma aracına dönüşmektedir. Yakın dönemde kamuoyuna yansıyan İstanbul Büyükşehir Belediyesi soruşturması kapsamında yaşanan tutukluluk süreçleri, Mart ayında gerçekleşen toplumsal olaylarda gençlere yönelik kitlesel, ters kelepçeli keyfi gözaltı ve tutuklamalar bu sorunun güncel ve en somut örneğini oluşturmaktadır. MESEM bünyesinde çalışmak zorunda bırakılan ve ihmaller zinciri sonucu yaşamını yitiren 85 çocuğumuzun acısı hala yüreğimizdeyken, bu ihmalleri protesto eden 14 gencimizin tutuklanması, bir kez daha yasaların uygulanmasındaki çarpıklığı gözler önüne sermiştir.

Cezaevlerinde yaşanan hak ihlalleri, insan hakları alanında hepimizi en çok yaralayan konulardan biri olmaya devam ediyor. Sağlık durumu ağırlaşan, hayati tehlike yaşayan tutuklu ve hükümlülerin içinde bulunduğu koşullar, toplum olarak vicdanımızda derin izler bırakıyor. Biz Ankara Barosu olarak, tarafımıza ulaşan tüm insan hakkı ihlallerini, tek tek inceliyor, raporluyor ve ilgili kurumlarla derhal iletişime geçerek bu ihlallerin giderilmesi için kararlılıkla adımlar atıyor ve takipçisi oluyoruz.

Yüksek Güvenlikli Cezaevlerinde uygulanan ağır tecrit koşulları ise artık neredeyse kuyu tipi bir infaz düzenine dönüşmüş durumda. Meslektaşımız Avukat Mehmet Pehlivan sırf mesleki faaliyetlerini sürdürdüğü için haksız bir şekilde tutuklanmış, insan onuruyla bağdaşmayan tecrit koşulları altında geri dönülemez şekilde mağdur edilmiştir.  Yine, babasının cenazesine kelepçeli şekilde katılmak zorunda kalan ve bu görüntüsü hafızalarımıza kazınan Avukat Selçuk Kozağaçlı da, cezaevlerinde yaygınlaşan keyfi idari gözlem kurulu kararları nedeniyle hâlâ özgürlüğünden mahrum bırakılarak mağdur olmaya devam etmektedir.

Bizler ise Ankara Barosu olarak tüm bu ihlallere karşı insan onurunun korunması, adaletin sağlanması ve hukukun üstünlüğünün yaşatılması için mücadelemizi kararlılıkla sürdürüyoruz. Seçme ve seçilme hakkı, yalnızca bireysel bir siyasal tercih alanı olarak ele alınamaz. Bu hak, halk egemenliğinin doğrudan tezahür alanıdır. Seçilmişlerin yargı süreçleri üzerinden görevlerinden uzaklaştırılması, yalnızca bir kişinin siyasi geleceğini etkilemez; milyonlarca yurttaşın ortak iradesine yönelen bir müdahale niteliği taşır. Son yıllarda yerel yönetimler üzerinden yaşanan süreçler, demokrasinin yalnızca sandık gününe indirgenemeyeceğini bir kez daha açık biçimde ortaya koymuştur.

Ülkemizde baroların tarihi, aynı zamanda hak mücadelelerinin tarihidir. Sıkıyönetim dönemlerinden olağanüstü hal süreçlerine, darbe hukukundan güncel insan hakları ihlallerine kadar uzanan her dönemde barolar, hukukun onurunu ayakta tutma sorumluluğunu üstlenmiştir. Bu nedenle barolar, yalnızca meslek örgütleri olarak varlık göstermez; aynı zamanda demokrasinin, hukuk devletinin ve insan hakları mücadelesinin kurumsal taşıyıcılarıdır. Bu gelenek, ANKARA BAROSUNDA bugün de varlığını sürdürmektedir.

İnsan haklarının korunması, yargı makamlarının ya da hukukçuların sorumluluğu olduğu kadar, toplumun tüm kesimlerinin ortak sorumluluğudur. Bugün burada yapılan bu basın açıklaması, bu ortak sorumluluğun yüksek sesle ifade edilmesidir.

Bizler, insan onurunu esas alan bir adalet düzeninin mümkün olduğu inancını taşımaya devam ediyor ve özgürlük ile güvenlik arasındaki dengenin merkezinde insan haklarının yer alması gerektiğini savunuyoruz.

10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü vesilesiyle bir kez daha yüksek sesle ifade ediyoruz:

İnsan hakları bir ayrıcalık alanı olarak doğmaz. İnsan hakları, insan olmanın doğal sonucudur. Bu haklar, yalnızca savunulduğu ölçüde yaşar. Ankara Barosu, bu bilinçle insan hakları alanındaki her ihlalin takipçisi olmayı, her mağduriyetin karşısında hukukun gücünü büyütmeyi, her yurttaşın adalete erişim mücadelesinde yanında yer almayı kararlılıkla sürdürecektir.” ifadelerine yer verildi.

CEVAP VER