Günümüzde televizyon kanallarında yayınlanan diziler, reklamlar ve sosyal medya platformlarında yapılan paylaşımlar genelde başarı üzerine kurgulanan senaryolarla karşımıza çıkıyor. Ya da tam tersine dram ve entrika yüklü sahneler duygu dünyamızı alt üst ediyor. Kendi alanında uzman bir Klinik Psikolog olan Perran Söğütlü, toplumu yakından ilgilendiren bu konularda ankaranethaber.com muhabirine açıklamalarda bulundu.  

Günümüzde mutluluk ve pozitif düşüncenin, medya ve popüler kültür tarafından yozlaştırılmış durumda olduğunu belirten Söğütlü, “Televizyon, reklamlar ve sosyal medya sürekli olarak ‘Mutlu olmalısın’ mesajı vererek, mutluluğu bir zorunluluk haline getiriyor. Sosyal medya, mutluluğu bir başarı ölçütü haline getirdi. ‘Başarılı insanlar hep mutlu olur’ algısı, bireylerin kendi hayatlarını kıyaslayıp eksik hissetmesine neden oluyor. Instagram ve TikTok gibi platformlar, insanların yalnızca en parlak anlarını paylaşmasıyla, sahte bir mutluluk algısı yaratıyor.

Televizyon ve dijital platformlar, toplumu şekillendiren en güçlü araçlardır. Ancak dizilerde sürekli olarak toksik ilişkiler, aldatma ve şiddet sahneleri normalleştiriliyor. Bu, insanların kendi ilişkilerini sorgulamalarına ve yanlış beklentilere kapılmalarına neden olabiliyor. Aşırı dramatik sahneler, izleyiciyi duygusal olarak yorar ve gerçek hayattaki ilişkilerini anlamsız hissetmelerine yol açabilir. Sürekli trajedi, ihanet ve şiddet izleyen bireyler, farkında olmadan bu kavramları olağan kabul etmeye başlıyor.” dedi.

Özellikle televizyon dizilerinin; kadın-erkek ilişkileri, ekonomik eşitsizlikler ve toplumsal değerler üzerinde büyük bir etkiye sahip olduğunu dile getiren Söğütlü, “Ancak günümüzde birçok dizi, aşkı ve ilişkileri gerçekte olduğundan farklı ve yüzeysel bir şekilde yansıtıyor. Toksik ilişkiler, kıskançlık, manipülasyon ve baskı, ‘tutkulu aşk’ adı altında romantize ediliyor. Bu, izleyicilerde sağlıksız ilişki dinamiklerini normalleştiren bir algı yaratıyor.” şeklinde konuştu.

Bazı dizilerin, kadına yönelik şiddeti romantize ederek, istismarcı davranışları meşrulaştırdığını, ‘Beni sevdiği için böyle yapıyor’ algısının toplumda tehlikeli bir normalleşmeye sebep olduğunu söyleyen Söğütlü, “Şiddet ve entrikanın ön planda olduğu yapımlar, toplumda bireylerin birbirine duyduğu güveni sarsabiliyor. Bu durum, toplumun değer yargılarını da etkileyerek, bireylerin daha bencil ve rekabetçi olmasına yol açabiliyor.” dedi.

Ayrıca, dizilerde sıkça işlenen zengin-fakir ayrımının, maddi gücün her şeyin üstünde olduğu mesajını verdiğini ifade eden Söğütlü sözlerini şöyle tamamladı:

“Zengin karakterlerin hep mutlu, fakir karakterlerin ise sürekli acı çektiği senaryolar, toplumsal eşitsizlik algısını daha da derinleştiriyor. Oysa mutluluk, sadece maddi zenginlikle ölçülemez; ancak medya bunu farklı göstererek, bireylerde tatminsizlik duygusunu artırabiliyor.

Sonuç olarak, dizilerin toplum üzerindeki etkisi göz ardı edilmemelidir. Sürekli olarak dram ve entrikaya dayalı içerikler yerine, toplumsal farkındalık yaratan, insan psikolojisini destekleyen ve izleyiciyi bilinçlendiren diziler çoğalmalıdır. Eleştirel düşünceyi artırarak, medyanın ve popüler kültürün dayattığı yüzeysel mutluluk anlayışına karşı durabiliriz. Gerçek mutluluk, tüketimden değil, içsel denge ve anlamlı bağlar kurmaktan gelir. Gerçek pozitiflik, zor zamanları görmezden gelmek değil, onlarla yüzleşerek direnç kazanmaktır. Ve gerçek sevgi, gösterişten değil, samimiyetten doğar.” (kaynak:ankaranethaber.com)

CEVAP VER