Türkiye’deki en uzun program unvanıyla 25 yılı tamamlayan Pop Saati programı hazırlayıcısı ve sunucusu Erhan Konuk, CSO Ada Ankara Mavi Salon’da gerçekleştirilen “Beş Sohbetleri”ne konuk oldu.

“Erhan Konuk ile 90’lardan Günümüze Türkiye’de Pop Müziği” konulu nostalji turu, çok sayıda konuğu bir araya getirdi.

10 Ocak 2013 tarihinde TRT MÜZİK’te son kez yayınlanan Pop Saati programı, 2021 yılından itibaren POP SAATİ radyo versiyonuyla, Erhan Konuk’un sunuculuğunda Türkiye’nin Sesi Radyosu’nda yayın hayatına yeniden başladı.

2011-2012 yıllarında Eurovision Şarkı Yarışması’nı da sunan Erhan Konuk, 25 yıllık deneyimi ışığında pop müziğinin günümüzden ve geçmişten en sevilen örneklerini katılımcılarla buluşturdu.

“Pop Stüdyosu” Pop, Rock, Hip-Hop, R&B, Latin ve benzeri müzik türlerinin, listelerde yer alan günümüzden ve geçmişten en sevilen örneklerini dinleyicilerle buluşturarak farklılık yaratıyor.

Ünlü şarkıcı ve grup röportajlarının da yer aldığı “Pop Stüdyosu” her pazartesi saat 21.00’de TRT Radyo-3’te dinleyicilerle buluşuyor.

GUINNESS REKORLAR KİTABINA BAŞVURU

“Erhan Konuk ile 90’lardan Günümüze Türkiye’de Pop Müziği” konulu nostaljik sunumda 80 bölüm yaptıkları “Dünyanın En Radyo Programı” ve “Üç Uçak” Projesi hakkında da çarpıcı bilgiler veren usta programcı, “Ankara-İstanbul-İzmir TRT FM stüdyolarından canlı ve eş zamanlı olarak yayın yaptık. Bu o zamanki genel müdürümüz Şenol Göka’nın bir projesiydi. Yapabileceğimize inandığı için beni de görevlendirdi.

Programımızda bir de “Üç Uçak” projesi vardı. İnsan belli bir şeyden sonra kanat takıp uçmaya başlar. Hayal dünyası, uçun, nereye gidebilirseniz. Guinness Rekorlar Kitabı için de başvurdum ben. Programın koordinatörü olarak Guinness Türkiye temsilcisi ile konuştuk.

İstanbul’dan havalanan biri Güney Kore’ye biri Güney Afrika’ya biri de Sao Paulo’ya giden üç uçak düşünün (3S: South Korea-South Africa-Sao Paulo). Üçünün içinde ayrı yayın ekibi var ve biz bunu yapıyoruz. Şunu da düşündük, dünyanın etrafında dönen uzay istasyonu var, içinde astronotlar. İşte geçerken Türkiye’deki çeşitli bilim liselerinde okuyan ya da üniversitelerin fen fakültelerinde, mühendislik fakültelerinde okuyan öğrencilerin ilgilendiği, onlarla da bazen iletişime geçiyorlar. Biz dedik ki ne zaman gelecek, o zaman dizilelim. Mesela Türkiye olsun, biri Yunanistan’da olsun, biri İtalya’da olsun biri de işte Portekiz’de olsun. Böyle bizim tak tak tak geçerken, çünkü onların belli bir zaman aralığı var, acaba ne kadar zamanda bir geçiyorlar, bunu bile düşündük. “Üç Uçak” projesinde de o uçakların içinde tam bir teşkilat setup olmuş şekilde sıkıntı olmasın diye bunların hepsini ayarlamıştık.

Ancak programın ömrü vefa etmedi, kaç tane soru önergesi verildi hakkında, “Niye gidiyorlar, niye yapıyorlar?” diye. Tabi bazı şeyler Türkiye’de cezasız kalmaz. Dünyada da aslında başarı cezasız kalmaz.

Gelelim Guinness’in cevabına, Guinness’in cevabı çok ilginçti. Diyorlar ki böyle işlerde, ya da Guinness’i ilgilendiren projelerde şöyle bir durum söz konusu. Bu daha sonra egale edilebilmeli ya da başka bir şekilde kırılabilmeli. Bunun karşılığını göremedikleri için böyle bir şeye izin vermediler. Cevabı da bendedir, Guinness’ten gelen resmi yazı.

Onun için yaptığınız işte “ben radyocuyum, ben sadece radyodan anlarım” vs. demeyin. Sınırlarınızı siz belirlersiniz. Sınırları belirlemek size aittir.”

9 UÇAĞI OLAN AMERİKALI RADYOCU

“İnsanlar radyodan hiçbir zaman vazgeçemezler. Türkiye’yi bir örnek olarak kesinlikle almayın. Dünyada hala radyoculuk çok önemlidir, ben eğer ABD’de bir radyocu olsaydım benim milyar dolara yakın param olabilirdi. Benim eşdeğerimde orada iş yapanlardan 9 uçağı olan adamın evinde uçaklarını bizzat görmüş birisiyim. Evinin yanında pisti vardı. John Garabedian diye çok önemli bir isim Amerika’da radyoculukta. İngiltere’de de bu böyledir.” dedi.

CAN BONOMO İLE DÖRDÜNCÜ GÜN MERHABALAŞTIK

Eurovision Şarkı Yarışması’nda 2011 yılında Düsseldorf’a gitmiştik “Yüksek Sadakat”le, tam bir profesyonel uygulamadır Eurovision.

2012 yılında da Can Bonomo ile Bakü’ye gittik. İkisi arasında çok büyük fark var. 2011’de çok önemli bir profesyonellikle birlikteydik. 2012’de Can ve ekibi, maalesef bunu söylüyorum yavaş yavaş da, yani bazı şeyler tamam kabul ama bazı şeylerin de bilinmesinde fayda vardır. Hiçbir zaman, aradan 10 sene geçti bir araya gelip konuşmadık. Zor bir süreç geçirttiler bize. Sanki ayrı ülkelerden gelmiş insanlar bir araya getirilmek isteniyor. Böyle birşey yok. Türkiye Cumhuriyeti Devleti eğer kendisini bu konuda seçmeseydi “Can Bonomo” diye birini hepiniz belki de “Aaa.. Bir yerden adını duymuştuk” diyecektiniz ama şimdi bu şekle geldi.

SANKİ ERMENİSTAN’I PROTESTO EDİYORUZ

Bu konularda Eurovision’la benim eskiden olan bir şeyim yoktu. Bununla ilgili bir girişimim olmadı. Beni uygun görmüşler, zaten ilk söylediklerinde Bülent abi de oradaydı, dedi ki “beraberiz”, tamam dedim, çünkü bir şeyi yaparken bir şeyi yıkmak doğru değil bence. Birlikte gittik ve Bülend Özveren şu anda da burada saygıyla kendisini anıyorum ve selamlarımı gönderiyorum, Allah sağlıklı uzun ömür versin, bana her şeyi anlattı Eurovision’la ilgili. Bu çok önemlidir, Anadolu’daki “Ahilik” dediğimiz o el verme el alma ahilik kavramından gelen bir şeydir. Çok önemli bir değerdir. Düsseldorf’ta bana her şeyi anlattı. Eurovision’la ilgili neler yapılır. İngilizce bilebilirsiniz, müzik bilginiz de çok iyi olabilir. Eurovision’a sunucu olarak gittiniz. “Eee, daha önce tecrübeniz var mı, size kimse bir şey anlattı mı?” Yok. O zaman mesleğin veya kariyerinizin sonu demektir. Sebep; başka bir matematiği, başka bir kurgusu var oranın. Gitmeniz, yapmanız, yapmamanız gereken şeyler var, bunların hepsi. Mesela ilk defa Düsseldorf’a gittiğimizde dedi ki “Bir şey rica edeceğim senden, lütfen odaya bir tane Türkiye’yi arayabileceğimiz uluslararası hat bağlatır mısın?” Ben tabiki dedim. “Siz bana söyleyin kahvenizi bile ben getiririm.” Çünkü benden çok büyük, tecrübeli, yani çocuktum ben televizyonda sesini duyduğumda. Böyle bir onura sahip olmak, böyle bir şans elde etmek gerçekten çok önemli.

“Tamam” dedim bağlattım. Ne oldu biliyor musunuz? Almanya teknolojinin, elektroniğin inanılmaz memleketi, sistem çöktü. Biz anons yapıyoruz. Nasıl olduğunu söyleyeceğim. Üçüncü sırada Ermenistan var. Ermenistan anonsunu yapıyoruz, Önümüzde iki tane kendimize ait küçük kontrol masası var. Basıyorsunuz kırmızı yanınca sesiniz gidiyor. Bir daha basıyorsunuz sesinizi kapatıyorsunuz. Onlar da postcard dediğimiz ülke tanıtımlarını, videolarını girdiğinde siz üstüne konuşuyorsunuz. Açtım, konuşmayı yapamıyorum. Sesimiz hiç çıkmamış, sanki Ermenistan’ı protesto ediyoruz. Anlatabilir misiniz? Mümkün değil. Malta’yı anons edemedik, 8 ülke anonssuz geçmiş. Ama ilk olduğu için, büyük şanssızlık yaşadığımız için bize artık neler söylendiğini tahmin edebilirsiniz.

Ardından düzeltmek için ben, bizim olduğumuz o kulübeden çıktım ve teknik masanın olduğu yere gittim. 12-13 ülke gelmiş oraya “Sesimiz gitmiyor, sesimizi alamıyorlar, şöyle oluyor, böyle oluyor.” Bunların hepsi birer ciddi anlamda tecrübeydi.

İTİBAR YÖNETİMİ ÖNEMLİ

Can ve ekibine gelince; efendim şöyle bir şey var. Yönetilmek çok önemli bir erdemdir.

Bir insanı yönetmek demek onu ele geçirmek onu böyle uzaktan kukla gibi oynatmak anlamına gelmemelidir. Yönetilmek erdemdir, yönetilirseniz iyi olabilirsiniz. Mesela dünyada son 30 yıldır, Türkiye’de de birazcık başladı, “itibar yönetimi” diye bir şey var. Sizi itibarınızı yöneten bazı insanlar yanınızda bulunarak sizi bir yerlere gönderiyorlar, sunuyorlar ya da engelliyorlar.

Bir gazeteci ile mi konuşacaksınız “uygun mu?”, bir televizyon programına mı davetlisiniz ya da bir sivil toplum kuruluşunun bir etkinliğine mi katılacaksınız “sakıncalı olabilir, orada gözükmeseniz iyi olur.” der. “Yok kardeşim seni dinlemiyorum” deyip giderseniz orada siz kendinizi bitirirsiniz. Ya tuttuğunuz, bu konuda görevlendirdiğiniz kişiye güveneceksiniz ya da o kişinin neler yaptığını, o kişinin sizi nasıl yönlendirdiğini, zaten gerekli araştırmaları yapmadan artık insanları görevlendirmek, almak gibi şeyler söz konusu değil. Ama bunu yaparak çok daha güzel olabilir diye düşünüyorum. Onun için yönetilemediler, yönetilemedikleri gibi en sonunda artık öyle şeyler oldu ki oradan Türkiye’deki basından birileri arıyor. Biliyorsunuz Eurovision bizde çok önemli bir şeydi, gelip neredeyse körükte karşılıyorlardı, uçağın körüğünde karşılıyorlardı “Ne yaptınız, ne ettiniz?” diye. Bir şey çıkartmaya çalışıyorlar, bu sefer bizi de zor durumda bıraktılar. Ayrıntısına girmek istemiyorum.

Ama sonunda yapılmaması gereken şeyleri ve Can, bence iyi bir sesi, iyi bir yorumu var ama gerektiği kadar ilerleyemediği kanısındayım. Gerektiği kadar da olmadı. Sebep itişmekten, kendisinden değil, ekibinden, menajerinden, ona akıl veren arkadaşlarından maalesef bazı şeyler ortaya çıktı.

Mesela o zamandan beri benim en ufak bir bağlantım yok. Yani telefonu değişti mi, değişmedi mi bilmiyorum ne oldu, ne bitti hiçbir şey yok. Normalde ben onu programıma kaç kez davet ederdim. Böyle bir şey olabilir mi? Şunu söyleyeyim; aynı uçakla gittik, aynı otobüsle otele gittik, aynı katta iki yan odamda kaldı, dördüncü gün büyükelçiliğimizde selamlaştık, merhabalaştık siz artık bundan pay biçin, “merhaba, merhaba” o kadar, dördüncü gün olmaz bu tip şeyler.

Kaldığımız otellerde, gidilen otellerde ülkeler (42 ülke var) geliyorlar, herkesin masaları doluyor, delegasyonlar oturuyor,  yemekler yeniliyor içiliyor, sohbet ediliyor, provalar dışında Eurovision ruhu ne derseniz yani. Ama onu yaşatmadılar bize. Yaşatmadılar derken biz yaşadık da onlar gelmediler yanımıza, biz son derece keyif alarak yaptık işimizi.” dedi. (Haberola-Necdet Gürsoy)

 

CEVAP VER