…Bir gün Bakü`de Kitap Pasajı`nın yanında Turan Cavit Hocamla karşılaştım. Uzunca konuştuk. Tiyatrodan ayrılmayı kendisine de söyledim. Önce üzüldü, sonra bana:

-Sen acilen yanıma gel, oturup rahatça konuşalım. Cafer muallim seni çok seviyor, bana telefonda da söyledi. Makalelerini, araştırmalarını dikkatle okuyor. Hadi, kendini üzmeye değmez, zaten çalışmaların ortadadır. Niyaz rejisör değil, kendisine başka iş bulsun kendisine. Rejiyi yapamıyorsa, anlatamıyorsa, gitsin Tiyatrodan. Sen neden gitmelisin, bunu anlayamıyorum? Sen profesyonel aktörsün, bunun beş yıl eğitimin almış yetenekli birisin, o senin kadar eğitimli bile değildir. Sen yanıma gel de bu konuyu oturup rahatça konuşalım. Kesin dilekçe verip ayrılma. Seni yarın Müze’de bekliyorum”. – Kendisine teşekkür ettim. Fikir yine aldı götürdü beni…

Bu arada yazılarıma devam ediyorum. “Bakü”, “Azerbaycan Gençleri”, “Edebiyat ve İncesanat” Gazetelerinde “Gobustan” başta olmakla hemen-hemen bütün Dergilerde makalelerim, hikâye ve eleştiriler yazmaya devam ediyordum. Bu arada Az. TV’de “Opera Sanatı” Programını yürütüyordum. En çok gazetelerden siparişler arıyordum.

Bir gün evimde oturup kitap okuyordum. Bilimler Akademiyası Mimarlık ve İncesanast Enstitüsü Tiyatro Bölümü Genel Sekreteri, Azer Sarabski aradı, buldu beni:

CAFER HOCAM BANA BABALIK YAPIYORDU

-Tez Danışmanın Cafer muallim seni acilen istiyor. Cuma günü saat 14.00 de bekliyor seni.

-Çok sağ ol Azer Bey, orada olacağım, -dedim. Her halde Tiyatrodan ayrıldığımı duymuştur.  İlk aklıma bu geldi. Başka ne ola bilirdi ki? Cumayı bekledim. Sabahlar Tiyatro`ya provalara, akşamlar Nimet (Sükuti), Abdul Gani, Ferman (Kerimzade) ile buluşuyor, bulvarda tur atıyorduk. Sonra bir köşede oturup yemeğimizi yiyor, eve gidiyorduk. Cuma günü geldi, Cafer muallimle buluşmaya gittim.  Hemen sordu:

-Tiyatroda işlerinin nasıl, Eflatun?  Yazılarını okuyorum, çok iyisin. Yazmaya devam et. Tiyatroda çalışmalarına devam ediyor musun? -Her halde duymuştur ki, özellikle soruyor. Boğazım tıkandı, kendimi toparladım.

-Cafer muallim, Tiyatro`dan ayrılmayı düşünüyorum… -Dikkatle gözlerimin içine bakıyordu. Bütün olanları detaylı olarak anlattım Hocama. Nasıl olsa Tez Danışmanımdır. Bilmesini isterim. Ne düşüneceğini merak ediyordum. Önce güldü. Yüzündeki hoş gülüş içimi rahatlıyordu.

-Turan Hanım bana her şeyi anlattı. Niyaz bir kere rejisör değildir. Sahnelediği iyi bir temsili bile yoktur. O ki kaldı senin Tiyatrodan ayrılman meselesi, bu ola bilir. Şimdilik ayrıla bilirsin. İstediğin anda ora döne de bilirsin. Senin doktora konunu değişmeliyim. Sen, “Nesibe Zeynalova” konusunu değil, “İsmayıl Dağıstanlı`nın Müspet Rolleri” konusunu araştırmış olsan iyi olur.  Narimanov, Hanlar, Neznamov, Othello ve saire. Dağıstanlı konusu daha ilginç ola bilir. Klasik rollerin mahir yaratıcısıdır”, dedi. Konuşmada İlmi Sekreter, Azer Sarabski de oturup dinliyordu bizi.

-Azer, sen protokolü hazırla, Eflatun`un ilmi konusunun değiştirilmesi diyeceksin, kararı yeniden alalım. -Sonra bana görev verdi:

-Dağıstanlı ile görüş, benim de selamımı kendisine ilet. Bu arada Turan hanıma git, o seni bekliyor. İş meseleni de onunla konuş. Onun yanında rahatlıkla doktorayı da yazacaksın. Her Cuma günleri saat beşte Merkezi Komiteye yanıma gele bilirsin. Yeni çalışmalarını getirmeyi unutma. Makalelerini okuyorum. Yaz, bu işi bırakma. Mana sözün var mı?

-Hayır Hocam. Ayrılmamla ilgili dilekçeyi Tiyatroya veriyim mi?

-Sen Turan Hanıma git, o sana her şeyi anlatır. Kendisiyle işini görüştüm. Seni bekliyor. -Kalktım, teşekkür ettim. Odadan çıktım, derinden nefes aldım. Asansöre bindim, Cafer muallimi düşündüm.  Fevkalade bir insandı. Çeşme suyu kadar saf, berrak ruhu vardır. Adeta insanlık mücessemiydi. Nadir insandı, hakiki bilim adamıydı. “Bakü” gazetesinde Nesir muallim, Merkezi Komitede Cafer muallim nadir insanlardı… Beni kendisine kimse tanıtmadı. Sadece makalelerimi okumuştu, beni Tiyatro Bölümüne davet etmişti, bu kadar. Ne babamı, ne akrabalarımı, nerede doğulduğumu dahi bilmiyordu. Fakat, beni seviyordu, çalışmalarımı beğeniyordu. Şimdi de doktora konumu yeniden değişti. Demek ki bildiği bir şeyler vardır.

TURAN HANIM İNSANLIK MÜCESSEMESİYDİ…

…Ertesi günü Turan Hanıma gittim. Uzun konuştuk. Tiyatro Üniversitemizden Hocamdı, `Tiyatro tarihi` dersini veriyordu. Turan Hanım dünya şairi Hüseyin Cavit’in kızıydı. Ülkemizde ona büyük saygı ve sevgi vardı. Her yerde seviliyordu. Hüseyin Cavid şiir ve piyeslerini ağırlıklı Türkçe yazıyordu. Pantürkist adıyla içeri aldılar ve 1941 yılında Ruslar tarafından vahşice öldürülmüştü… Hemen de söze başladı:

-Eflatun, Cafer muallim de uygun buldu. Seni Devlet Tiyatro Müzesine Baş Muhafız görevine getiriyorum. Yazını yazmışız ve elden götüreceksin ve Kültür Bakan Yardımcısı Babahanov’a ileteceksin. Seni Tiyatro`dan biz talep ediyoruz, ona göre dilekçe yazmana gerek yoktur. Cafer muallim de böyle istedi. Seni Bakanlık kendisi Tiyatro`dan Müze’mize geçişini yapacaktır. Al, bu resmi yazını, elden götür Bakanlığa. Hadi bu gün git tamamla, emrini al yanıma gel.

BİLİM HAYATIM BÖYLE BAŞLADI…

Sevincimden şaşırıp kaldım doğrusu. Cafer muallime ve Turan Hanıma nasıl da minnettar olmayım? Her şeyi ölçüp biçmişler. Karar bile vermişler, ben sadece postacı rolünü oynayacağım. Elimdeki yazıyla fırladım dışarıya. Basamakları beş-beş atlayarak bir başa Bakanlığa doğru yürüdüm. Adeta koşuyordum. Bakan Yardımcısı, Babahanov bana seyirci gibi baktı, baktı, güldü:

-Cafer muallim seni çok seviyor, Eflatun? O istedi diye imzalıyorum. Başkası olsaydı, asla imzalamazdım. Tiyatro`larda genç yetenekler daha çok ihtiyaç vardır. Seni istediler, diye imzalıyorum. Hadi hayırlı olsun. Bu ara yazılarını da okuyoruz. Yazmaya devam et, dedi ve daha da güçlendim. Yazıyı aynı gün getirdim Turan Hanımın önüne bıraktım.

-Aferin, ne tez yaptın bunu? Ay seni Eflatun”, dedi. Seviniyordu. – Böyle de tasavvur ediyordum seni. – Kalktı, elimi sıktı, kutladı. Şimdi de ardımca gel. Koridora çıktık, karşı odaya girdik. Dosyalarla kaplanmış büyük masayı bana gösterdi. Üzerinde gazete kupürleri, kitaplar, dosyalar, daha neler yoktu…

-Burası senin çalışma odan olacaktır. Yazı işlerini de burada yapacaksın. Şimdi de gel seni Şübelerle, çalışanlar ile tanıştırayım.

Koridora çıktık, yürüdük ve tüm işçileri karşımda gördüm. Tek-tek tanıştırdı beni. Yeniden odasına aldı ve çalışma yöntemini bana epeyce anlattı. Ne yapacağımı, bütün odaları her akşam mühürlemek, sabah ilk gelip açmalıyım. Turan Hanım resmen özünden sonra ikinci bir göreve getirmiştir beni. Onun Yardımcısıydım. Bütün dosya ve Arşiv`lerden sorumluydum. Yüz bine yakın Arşiv Belgeleri mevcuttur. Müze`den bilhassa ben sorumlu olacağım. Görev yeri önemliydi. Sonra odama çekildim ve dosyaları tek-tek inceleyerek kayıta almaya başladım. Böylece yeni görevime başlamış oldum.

İki yıl bu görevi yürüttüm. Tiyatro tarihinin akışını belgelerle, defter ve resimlerle noktaladım, diye bilirim. Aşağı-yukarı yüz binin üzerinde burada tiyatro tarihi ile bağlı belge, makale, kitaplar, afişler, resimler vardır. Ama kayıt altına alınmamıştı. Dört Şubesi vardı Müze`nin. Şube Müdürlerini topladım ve zaman verdim:

-İki aydan sonra demirbaş defterlerine bütün belge ve fotolar, kitaplar, el yazılar kayıt altına alınacaktır, dedim. Turan Hanım bunu hepinizden talep ediyor. Ben sorumlu olduğum için hepinizi ciddi, titiz ve dakik olmaya davet ediyorum. Lütfen, bu çalışmaları iki aya bitirmeliyiz. Bakanlıktan denetim gelecek ve bütün kayıtları denetleyecekler. Her kes iş başına, lütfen, bütün belgeleri yazmaya başlayın. -Her kes odalarına kapandı ve çalışma böylece hız aldı.

Bu arada Cafer muallim çok memnun oldu, çünkü bu Arşiv`den her hafta orijinal belgeleri gazete sayfalarında okurlara tanıtıyordum. İlk defa tanınmış yazarların, aktörlerin, rejisörlerin, ressamların el yazıları, düşünceleri okurların dikkatini çekiyordu. Arada kendi çalışmalarımı da yürütüyordum. Her hafta muntazam Cafer muallimin yüksek makamına,   Cuma günü saat 16.00-da gidiyor, ona yeni çalışmalarımı sunuyordum. Dağıstanlı hakkında çok yönlü araştırma yapmam hoşuna gitti. Cafer muallim, Azerbaycan Komünist Parti Başkanı Yardımcısıydı. Sanat, edebiyat, tüm sosyal bilimlerden sorumluydu ve makamına girmek o kadar da kolay olmuyordu. Ama biz üç doktora öğrencisiydik ve kabulüne rahatlıkla gidiyorduk…

Devamı vardır…

 

 

CEVAP VER